Montaigne diyor ki: ´´Aşk, arzulanan varlıkta bulacağımız tad´a susamaktan başka bir şey değildir´´
16. Yüzyıl da söylenmiş olan bu sözün ağırlığı altında ezilmiştir aşk doktorları.
Şayet aşkın tek bir tanımı yoksa insanlar neden sürekli onu tanımlama yarışına girer?
Neden aşkı tanımlar üzerinden anlamaya çalışır?
Madem yaşayarak öğrenilen bir duygu ise neden tanımlanır ki aşk?
Tek bir nedeni var: Yaşanılan duygudan arta kalan kırıntılar gibidir aşk´a yapılan tanım.
İlk okunduğunda içinde cinsellik barındırıyor hissi uyandıran bu tanım, gerçek anlamda aşk´ı yaşayanlar için öyle değildir.
Aşk, tabiatı gereği içinde cinselliği barındırsa da, onu sadece cinsellikten ibaret bilmek büyük yanılgı olur.
Bir sözü algılama biçimi yanlış ise algı, yanılgıya dönüşür. Yanılgı, insanı hataya sürükler. Ve tekrarlanan hatalar aşığı mutsuz eder. Mutsuz bir aşığın da, maşuk açısından hiç bir değeri yoktur.
Aşk´ı iklime benzetirim çoğu zaman. Her zaman yaz yoktur bu savan iklimde.
Aşk´ı var eden, onu anlamlı ve vazgeçilmez kılan bazı temel paradigmalar da vardır. Onu besleyen, onu canlı kılan...
Eğer onun yanındayken ya da onunla konuşurken zamanı unutuyorsanız vay halinize.
Eğer onun yanında iken ya da onunla konuşurken etrafınızdaki her şey siyah beyaz olup, her rengi onda temaşa ediyorsanız yanmışsınız demektir.
Aşklarınız daim olsun.